Uzun bir süredir Türkiye’nin “Başkanlık Sistemine” geçmesi tartışılıyor. Bu tartışmanın detaylarına girmeden önce tek parti iktidarlarını değerlendirmekte yarar vardır.
1950 de çok partili sisteme geçmesi ile tek başına iktidara gelen Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidar dönemi, Demokrat parti’nin TBMM’de art arda gelen dayatmaları ve muhalefet ile uzlaşmaz tavırları sonrası 1960 darbesi ile sonlanmıştı.
Türkiye, 1960 ihtilali sonrasın da zaman zaman yaşanan tek parti iktidarları dışında genellikle koalisyonlarla yönetilmiştir.
1960 öncesini ve sonrasını yaşamış birisi olarak, koalisyon dönemlerindeki çok başlılığın getirdiği sıkıntılar ve karar verme erkinin rahatça kullanılmaması nedenleriyle, tek parti iktidarları ile bu sorunların aşılacağını düşünenlerdendim.
Bugün de, Türkiye’de onuncu yılını tamamlamış tek parti iktidarı görevdedir. Tek parti iktidarı AKP’NİN meclisteki sayısal üstünlüğü ile bazı kararların çabuklaştığı doğrudur.
Ancak mecliste ki bu mutlak sayısal üstünlük, iktidarı uzlaşma gerektiren durumlarda dahi tek taraflı karar vermeye ve uygulama fırsatçılığına yöneltmiştir.
Bu tek yanlı kararlar sonunda baskıcı bir yönetim şekline dönüşerek toplumda tedirginlik yaratmaya başlamıştır.
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde demokrasinin başarılı olması, onun kurumlarının doğru çalışması ve yasama, yürütme ve yargının bağımsız ve kurallara bağlı çalışıyor olmasındandır.
Ayrıca, toplumun demokrasiyi tüm kuralları ile içselleştirmiş olması da sağlıklı bir demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.
Ne yazık ki, ülkemizde ki demokrasinin can damarı olan kurumlar bağımsızlığını yitirerek siyasi iktidarın güdümüne girdiği için demokrasimiz sağlıklı çalışamamaktadır.
Toplumumuz da demokrasiyi henüz sindirememiş olup, hala Osmanlıdan gelen, güce bağlı bir liderle yönetilmeye sıcak bakmaktadır.
İktidar, yasama meclisinde ki (TBMM) sayısal üstünlüğüne dayanarak uzlaşma kabul etmez tavrı ile tek yanlı kararlara imza atmaktadır. Yürütmede bu kararları iktidara bağımlı olarak uygulamaktadır. Bu üçlünün en önemli ayağı olan yargı ise, çıkarılan tek yanlı kanunlarla siyasi erkin bir organı haline getirilerek bağımsızlığını yitirmiştir.
Şimdiki iktidarın geçmişte çok yakındığı ve kaldırmayı düşündüğü YÖK’ÜN, iktidara yakın kadrolara teslim edilmesinden sonra sorun kalmamış ve demokrasinin en dinamik organı olan üniversiteler sessizliğe gömülmüştür.
Diğer dinamik kuruluşlardan sendikalar sarı sendikacılığa dönüştürülürken, sivil toplum kuruluşlarının çoğu iktidar yanlısı yönetimlerin eline geçerek toplum adına ve çıkarına tavır sergileme sorumluluğundan uzaklaşmıştır.
Üzülerek söylemek gerekirse, yukarıda sıraladığım nedenlerle ülkemizde ki demokrasi çağdaşlığın ölçülerinden uzaklaşmıştır.
Demokrasinin gereği uygulamaların tartışılır hale geldiği bu ülkede, şimdi de “Tam Başkanlık” modeli gündeme getirilmektedir. Böylesine önemli bir yönetim modelinin değişimi yeterince tartışılamamaktadır.
Tek parti iktidarının dahi, tek adamlık yönetim şekline dönüşmesinin yarattığı baskıcı sistemin tüm açıklığı ile yaşandığı bir ortamda, “Başkanlık Sistemi” her yönü ile çok iyi düşünülmelidir.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını dahi yasaklamaya kalkan tek adama dayalı yönetimin, özgürlükleri nasıl kısıtlayabileceği görülmüştür.
Bu anlayış, aynı partiden gelen Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında meydana gelebilecek muhtemel olayları önlemek için yaptığı bir uyarıyı dahi, kabul edememiştir.
Demokrasinin tüm kurumlarının çok güzel işlediği ve demokrasiyi içine sindirmiş bir halkın yaşadığı Amerika’da dahi başkanlık sistemine denetleyici ikinci bir meclis olan “Senato” oluşturulmuştur.
İktidarların siyasi anlayışından uzak, onun etkisinde kalmayacak kişilerden oluşacak ikinci bir meclisin de birlikte düşünüleceği bir “Başkanlık Sistemi” tüm yönleri ile tartışılmadan ve de yeterli uzlaşı ortamı sağlanmadan, sırf Sayın Başbakan istiyor diye “Başkanlık Sistemine” geçmek, sivil diktatörlüğe davetiye çıkartmaktır.
“Başkanlık Sistemi” gibi iddialı bir yönetim modelini, kişisel ihtiraslar uğruna dayatmak, ülkeyi yeni bir kargaşa ortamına sürükleyecektir.
Bu tür olumsuzlukları önlemek adına, tüm kesimlerin görüşleri değerlendirilmeden, her yönü ile enine boyuna tartışılmadan ve hepsinden önemlisi, kesin uzlaşma sağlanmadan böyle bir değişime gidilmemelidir.
Uzlaşı kültürünün yerleştiği bir Türkiye dileğiyle, iyi haftalar..